Hoşça Kal Sevdiğim

Bir zamanlardı
Köstepek kovuklarından gizlice ışık çalardık
Oksijen toplamaya giderdik tenlerimizde
Bedenlerimizi birbirine sürterdik ateş yakmaya
Alev alev yanardık
Ben derdim ki sana:
„Dile benden ne dilersen!”
“İki kişilik yalnızlık, ya sen?”, derdin
“Sağol”, derdim sana, “bu bin yıla değer an için”
Sen önce gülümser, sonra yumardın gözlerini
Ben tutunur kirpiklerine yamaçlarına inerdim
İki volkan dolusu lava içerdim
Sonra bir keşiş edasıyla geçerdim çöllerinden
Bir vahaya damla damla yağardım…

Hayatın kıvrım kıvrım kamburlarına giderdik ara sıra
Eğilip çalılıkta bir nergisi koklardın ve:
„Biz nedeni olmayan bir neden yarattık”, derdin bana
Bense, “Neden olmasın”, der susardım
Evet sevdiğim,
bizim birlikteliğimiz iki kişilik bir uyanıştı,
ya da hoş gelmiş bir kıyamet
Yani, niyet edilmiş bir sevmenin duası değil,
kılına kılına gelen bir ibadetti

Sen birgün kırılmış bir anının başını okşarken hani,
“Bu tapınakta artık Tanrılara yer yok mu?
Gidelim mi artık yaşam dünyadan kovulmadan?”, diye sormuştun
„Evet!”, demiştim ben de,
“Haydi özlemeye gidelim, ödeyelim ayrılığa olan borcumuzu!”

Demem şu ki sevdiğim,
Biz sustuğumuz şeylere teslim olduk
Kendimizi anlatırken gizledik
Kalbimizle kavgalı aklımız haklı çıktı
Tutkuların köleliğine karşı başkaldırımız pes etti sonunda
Ve kaybettik.